10 Kasım 2015 Salı

ZOB Berlin, Megabus tecrübesi ve Köln..

Yürüyerek şehirleri keşfetmeyi severim. Caddelerde, sokaklarda kaybolduğun anda karşına çıkan parkta soluklanmak, etrafı izlemek; turist olduğun şehri yerlisi gibi yaşamak. Yaşayarak öğrenmek, yeni yerler görmek ve keşfetmek. Seyahat etmenin en güzel yanı bu. Bir şehirde turist olmaktan vazgeçin ve yerlisi olun. Bunu tur otobüslerinden kurtularak yapabilirsiniz mesela, şehri yürümeyi deneyin. Yakın tarihi hissettiğim, düzen ve sistematiğine hayran kalarak Berlin'den ayrılmam gerekiyordu. Seyahatinin büyük bir kısmında yanımda olacak olan arkadaşımla buluşmak üzere Berlin'den gece otobüsü ile Almanya'nın en büyük dördüncü şehri Köln'e gidecektim. Tabii muhteşem demir ağını kullanarak ZOB'u (Zentraler Omnibusbahnhof) bulabilirsem.

ZOB MU, ZENTRALER OMNIBUSBAHNHOF MU?
Dünyanın neresine giderseniz gidin ve hangi dilde olursa olsun, otobüs terminalini aradığınızda tanım bellidir: Coach station, central bus station.. Almanlar ise olayı kendi dillerinde -ki sanırım Sırpça ve Rusçayla birlikte dünyanın en kaba dili olabilir- bunu tercüme etmişler. Ancak kısaltmasını kullanıyorlar ve tüm şehre bu şekilde yayılmış olduğundan sizi anlamamalarını doğal karşılayın. Zentraler Omnibusbahnof'un kelime anlamı ne kadar "merkez otogar" anlamına gelse de, Adolf Hitler'in üstün ırk olarak tanımladığı sarışın dostlarımız ZOB olarak kısaltmış. ZOB aşağı, ZOB yukarı.. Tabii sizin biletinizde uzun uzun Zentraler Omnibusbahnhof yazıyor ve anlamıyorsunuz. Alexanderplatz'dan metro ile ulaşabilirsiniz, tabii son durakta inip ring metrolara binerek. Metronun son durağında sağa sola bakınan insanlar görürseniz gelmişsiniz demektir. Herhangi bir tabelası, yönlendirmesi olmayan bir otobüs istasyonuna ulaşmak için herkes birbirini takip ediyor. Ancak kimsenin nereye gittiğine dair hiç bir fikri yok.

Otobüs istasyonunu bulmaya çalıştığım sırada bana yol soran ve anti-sosyalmedya kullanıcısı Willick ile tanıştım. Birlikte bu komik otogarı bulma maceramız, otobüslerimize binene kadar sürecek bir arkadaşlıkla birleşti. 28 yaşındaki Almanları hiç sevmeyen Polonyalı, holiganlık düzeyinde Lech Poznan taraftarı çıkınca iki erkeğin usanmadan konuşabileceği yegane konuların başında gelen futbol, arkadaşlığımızın başlangıcını atıyordu. Bu sıra dışı otogarı bulamayacağımı hissetmiş olsam gerek; 11'de hareket edecek olan otobüs için saat 8'de otogara gitmiştim. Willick'in otobüsünün bir saat rötar yapması, otobüslerin kalkış saatinden 15 dakika önce terminale yanaşarak yolcuları toplaması ve direkt hareket etmesi burayı fazlasıyla tanımam konusunda bana yardımcı olmuştu. Berlin Otogarı fazlasıyla küçük bir otogar, tabii Alman düzeni olduğundan herhangi bir karmaşa yok. Otobüslerin ne zaman geleceği, hangi perona geleceği, kaçta kalkacağı gibi tüm bilgiler otogarın hemen girişindeki ekranda yer alıyor. Havalimanında olduğu gibi, rötar & varış - ayrılış bilgilerinin tamamı burada yer alıyor. Avrupa'nın tüm şehirlerine giden otobüsler burada, low-cost mantığında hareket eden firmalar olduğu gibi. Otogarda herhangi bir wifi uygulaması yok ancak gelen giden otobüslerde free-wifi olduğu için bağlanmak zor olmuyor. Her yeni gelen otobüs = 15 dakika internet.

BEDAVA KAVRAMININ OTOBÜS HALİ: MEGABUS
Otobüsler sürekli gelip giderken Willick ile olan muhabbetimiz koyulaştı derken, yanımıza oturmak isteyen Brezilyalı bir bayan ile tanıştık. Tabii ilk başta sadece oturmak için izin Claudine, bizim aramızdaki muhabbete gülmeye başlayınca arkadaş grubu üçlü oldu ve daha komik bir hal aldı. Yalnız seyahat etmek böyle birşey. Lyon'a hareket eden Polonyalı, Prag'a hareket eden Brezilyalı ve Köln'e hareket eden Türk. Tek bir ortak noktamız var; yalnız seyahat ediyoruz. Hepimizin ayrı bir hikayesi var. Otobüslerimiz kalkana kadar da fazlasıyla geyik yaptık. Sırayla önce Willick, ardından Claudine otobüsüne bindi. Onlar gittikten sonra otogarın büfesini işleten abinin Türk olduğunu farkedince, otobüs vaktine kadar onunla da bir diyalog aldı başını yürüdü. Galatasaray çantası adeta Türk vatandaşları çeken bir mıknatıs gibiydi. Yanda gördüğünüz otobüsüm, hareket saatine 15 dakika kala terminale geldiğinde yeni bir maceranın başlangıcını ifade ediyordu. 1,5 Dolar ücretle Berlin - Köln arası yolculuğum için satın aldığım otobüs biletimi göstererek (bilet dediğime bakmayın, bileti satın aldığıma dair bilgisayar çıktısından bahsediyorum) çift katlı otobüse bindim. Herhangi bir koltuk numarası yok, siz nereye oturmak isterseniz. Çantanızı bagaja veriyorsunuz, kaç parça olduğu hiç önemli değil. Her parça için size bir fiş numarası veriliyor, inerken teslim almak adına. Buradaki uygulamalardan herhangi farkı yok otobüslerin, bakmayın bu kadar ucuz olduğuna. Otobüste şarj aleti, free wifi uygulaması var. Televizyon yok, koltuklar ultrakonforlu olmasa bile ultrakonforsuz da değil. Hakkını verelim. 

Berlin'den hareket eden otobüs, sorunsuz bir şekilde gece boyunca Hannover - Biefeld ve Dortmund ana duraklarında varolan yolcuları indirerek sabah saatlerinde Köln sınırlarına giriş yaptık. Megabus'un dezavantajı sizi merkezde veya ana meydanda değil, kendilerine en uygun yerde indiriyor oluşları. Köln'de şehir merkezinin biraz dışında bulunan Lanxess Arena'nın bulunduğu caddede uygun bir park alanında indiren otobüsten indiğimde çocukluk arkadaşım Yasin beni karşılamıştı bile.. İlk olarak rota; Yasin'lerin evinin bulunduğu Euskirchen.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder